MENSUBİYET, MESULİYETİ ORTADAN KALDIRMAZ
Sen, ben, biz…
Sen ben değilsin, ben de sen değilim; bununla birlikte sen benim günahımdan sorumlusun, ben de senin sevabının azlığından… Zira toplumu biz oluşturuyoruz, birbirimizden sorumluyuz. Birimiz olmadan diğerimiz yetmez bir binayı yapmak için.
Bana iyiliği önermelisin, yapmazsam uyarmalısın; sana sabrı tavsiye etmeliyim benimle ve içindeki ıslahı zor nefsinle uğraşabilmen için. Biz kardeşiz, kardeşçe yaşamak durumundayız. İşin zor, işim zor; işimiz zor. Zoru başarmak için yaratılmışız biz. Başarımız cennet, başarısızlığımız belki azap olacaktır.
Beylik laflar etmek istemiyorum, yalnız bu zorluğu anlatırken beylik laflar sadır olursa o da benden değildir. Söyleyene değil, söyletende aramak lazım esrarını. Lafı güzaf değildir işim zira.
**************
Tavsiye edileceklerin dikkatle seçilmesi gerekir, çünkü bununla tavsiye eden de edilen de sorumluluk altına girmiş olur. Sözün sahibi; söylediklerini yapıp yapmadığından, söze muhatap olan da söylenenleri – nefsine zor gelse de – yapmak ya da en azından o yönde bir eyleme girişmekle mükellef olması hasebiyle sorumluluk altına girer. Söyleyen “Ey iman edenler! Niçin yapmadığınız şeyleri söylersiniz?” emrine muhalefetten, muhatap da kendisine önerilen –önceden bilgi sahibi olsun veya olmasın- bir hakkı tutmamaktan hak divanında hesabını vermek durumundadır. Bu itibarla söz, az ve öz olmalı.
Günahının çokluğundan ve sevabının azlığından sorumlu olduklarımla, benim yüzümden bu denli sorumluluk altına giren insanlarla aynı toplumu oluşturduğumuz bir bilinci belki bize yol haritası çizebilir. Her koyun kendi bacağından asılmaz, diyebilmektir bunun diğer adı. Bencillik diğer adıyla egoistlik, toplum yapısının temellerine yerleştirilmiş ve o toplumu toptan yok edebilecek kuvvete sahip bir patlayıcı biçimiyle algılanmadıkça toplum felaha eremez.
“Asra yemin olsun ki, muhakkak insan bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih (sevaplı) amel (ve hareket)lerde bulunanlar, hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir (onlar ziyandan kurtulmuşlardır).” (Asır suresi, Feyzü’l-Fürkan, H. Tahsin Feyizli, Server İletişim, İst.)
İsmet Özel, bu sureye ilişkin düşüncelerini dolambaçlı bir biçimde ortaya koyarken der ki: “ … Bir şeyler düşünüyor, sonunda düşündüklerinizin duygularınızla eşgüdüm halinde bulunmadığını fark ediyorsunuz. Aklınız bir yerde, ama gönlünüz bir başka yerde. Sorumluluğunu hissederek yaptığınız işlerden zevk almıyorsunuz. Zevkinden bir türlü vazgeçemediğiniz şeylere dalma fırsatı karşınıza çıktığında ise içinize bir türlü suçluluk duygusu musallat oluyor. Mecburen yaptıklarınız, isteyerek yaptıklarınız değil. Yapmak istediklerinize mecbur olmadığınızı kabullenerek yaşıyorsunuz. (…) Çünkü siz, modern insansınız ve her modern insan gibi mensup olduğunuz yerden kopartılıp alındınız.”
Adımızın Müslüman olması, bizim Müslümanca yaşamamıza yetmeyebiliyor maalesef. Küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak içinde bulunduğumuz dünyanın neresinde olursa olsun ortaya çıkan bir müzik, bir film, bir hikâye veya roman hülasa bir duygu ya da düşüncenin ürünü ertesi gün evinizin köşesinde siz henüz gözlerinizi ovuştururken yerini alıyor, size “günaydın” diyebiliyor. Varlığımızın maddi boyutunu temsil eden toprak tarafımız, bir kadın edasıyla ruhumuza cilveler yapıyor, onu sınırlı zaman için kandırıyor ve zevkinden tattırabiliyor. Sonra… Sonrası malum: Ruh zafiyet gösteriyor, asil olandan uzaklaşılıyor, süfli olanla bilinmeyen, ama sonu hüsran olan yolculuklara çıkılıyor; seferilik başlıyor. İyilikler bizim için özlemi duyulan “sıla” olabiliyor.
Mensubiyetimiz; mesuliyetimizi azaltmaz, ortadan kaldırmaz. Mensubu olduğuz ailemiz, soyumuz, milletimiz, kültürümüz ve dinimizin bizden önceki mensuplarının yaptıkları iyi şeylerden bizim için bir sevap, kötü şeylerden de bir günah yoktur. Bununla birlikte iyi veya kötü bir çığır vesilesiyle onların defteri amali kapanmayacaktır. Bu, bizim için de geçerli bir hakikattir. Bugün biz geçmişimizle övünüyorsak onların iyilikleriyledir, geçmişinden utanıp da soyadını değiştirenlerin de varlığı göz ardı edilmemelidir.
İslam insanı cennete sokmaya yetmez, belki İslam’a inandıktan sonra onun emirlerine uyup yasakladıklarından uzak durmak “Firdevsi Ala”ya götürebilir.